– Orada mısın? dedim, Güldü
– Buradayım elbette. dedi aşağılayıcı bir tavırla.
– Nerede olabilirim ki?
– Gerçekten de orada mısın?
– Evet! Dedi sertçe.
Sol arkasından gördüğüm kadarı ile yüzü gerilmiş ve sağ kaşını kaldırmıştı ve ben sağ kaşını kaldırmasından nefret ediyordum. Bir an utandım ve nedense aynı anda korkuyordum
– Sarıl bana, seni hissetmek istiyorum.
Var gücümle kendime doğru çektim ve sıktım, göğüs kafesime sığdırmak istiyordum hapsetmek bir daha çıkamamacasına. Çok önceden kaburgalarımın arasına kök salan sarmaşık gibi acıtmasını istiyorum canımı. Kollarını hiç açmadı gücü yoktu sanki, belki de bu aptalca oyunu oynamak istemiyordu. 10 ya da 15 dakika önce sevişmiş ve sigaralarımızı yakmıştık ama eski sevişmelerimizin yanından bile geçemeyecek kadar kötüydü. Tatmin olamamıştık ikimizde belki de sırf bu yüzdendir diye düşündüm bir an. Öylece kalakalmıştım. Durdum bir sigara daha yaktım. Kolumun üzerine basını koymuştu alıştığımız gibi sırtını dönmüş kalçalarını erkekliğime dayamıştı, gücü tükenmiş bir defne ağacının yıllanmış bir çınara dayandığı gibi. Yüzünü göremiyordum ama benimki kadar gergin olduğuna adım gibi emindim.
Pencereden isteksizce ay ışığı akıyordu odadaki sonsuz karanlığa doğru. Ay ışığı da karanlığı dolduramayacağını fark etmişti. Sırf ben seviyorum diye boyadığı kızıl saçlarına ay ışığı damlıyordu. Bir rahatsızlık vardı halinde, ben de farklı değildim aslında. Rahatsızdım bu yataktan, yanımda bir et parçası vardı sanki denetimsiz bir merhabada acımadan kestiği büyükbaş hayvan gibi. Oda o karanlık ve soğuktu ki sesim çıkamıyor, soluğum buz tutuyordu. Sırf soluğum değil kalbimin bile vuruşlardan yoksun bir buz parçası olduğunu hissedebiliyordum. 1954 yılında Tuna’dan kopup boğazı tıkayan buzlar gibi. Bütün bu düşünceler beynimi biraz ısıtmış olma zihnim yavaş yavaş hareketlendi. Olamaz dedim kendi kendime. Bunu yapmış olamayız! Hani ben, hani sen, duygularım nerede ne vakit öldürdük onları? Kıskançlığım bile saklanıyordu köpek görmüş bir kedi gibi sinmişti bir otomobilin altına. Üşüyordum oysa yatağın yanı başında elektrik sobası vardı ve var gücüyle döndürmeye çalışıyordu elektrik sayacını. Oysa sayaç odadaki ağır hava yüzünden çoktan afallamış, dönmüyordu.
Yataktan bir daha kalktım kuruyan boğazımı ıslattım. Ardından içgüdü ile bir sigara daha yaktım. Eminim dışarıdan birileri bizi izleyenler olsaydı sıkıcı bir drama filmi diyebilirdi. Çünkü olabildiğince sessizdik konuşamıyorduk. Yerime geçtim, yatağın başındaki çürümüş pencereden sırtıma doğru rüzgar esiyordu. Gecenin sessizliğinde, çağlayacak bir delik bulamayan gözyaşlarım kapılarını zorlamaya başlamıştı. Menteşeleri gıcırdıyordu fakat gözkapaklarımdaki kilitler açılmamaya yeminli idi. Sadece bir damla firar edebildi ve düştü yanağıma. Onu da tek el kurşunla kalleşçe arkasından vurdum ve yanağımın en düz yerine kadar yuvarlandı. Kimse sahip çıkmadı eylemini gerçekleştirememiş bu militanın cesedine. Kimsesizler mezarlığına bile götüreni bile çıkmadı. O arkasına bakmadığı için bu başarısız eylemin farkına varmadı. Gece o kadar sessizdi ki firar eden gözyaşımı katleden tek el silah sesini bile yutmuştu. Boğuluyordum, bir daha kalktım sıkışmıştım bu havasız odada. Hapistim ve kaçmak geliyordu aklıma ama yapamıyordum cesaretim kırılmıştı üstelik korkuyordum. Tekrar yerime geçtim. Neden sonra kaçmak fikri ürperen bedenimin karıncalanmasına yetti. Neden olmasın? Dedim kendime. Ayakucuma bir ateş değdi önce, çıra gibi tutuşmaya başladı her yerim. Tekrar ayağa kalktım, birkaç volta attım yatağın ucu ile kapı arasında. İki elimin arasına aldığım kafa derimi Ömer Seyfettin`den çaldığım gümüş kaşağı ile tırmalamaya başladım. O da rahatsız olmuş, bedenimden odaya yayılan ateş onu da hareketlendirmişti. Ani bir hareketle ışığı açtım. Küflenmeye başlamış tavana asılı duran çıplak ampul birden Odayı esir almış kör karanlığı hazırlıksız yakaladı. Karanlık kaçmak için kâh yatağın altı, kâh dolabın kapakları, kâh alelacele çıkarttığımız kıyafetlerimizin altına saklanmak zorunda kaldı. Karanlığa alışan gözkapaklarını açmakta zorlanıyordu. Bir saldırı beklentisindeki acemi ve sabırsız kumandan edasıyla duruyordu karşımda. Sağ kaşı hala havadaydı. Birden gözünü kara bürüdü ve ezberlediğimiz tek bir kelime olmayan senaryoyu hiçe sayarak dudakları oynadı.
– Nen var senin?
Dilim tutuldu konuşamadım. Az önce beni yüreklendiren düşünceler savunmasız yakalanan bir ordunun askerlerinin çil yavrusunu andıran kaçışları gibi dağıldı. Birkaç kelime takılıp kalmıştı dilime ve birden dökülüverdi
– Hissedemiyorum seni! Yok gibisin ne oldu bize anlayamıyorum.
Beni o kadar iyi tanıyordu ki kafatasımdan kaçışan askerlerin farkında olduğu için böyle bir cevabı beklemiyordu acemi kumandan. Sustu. Mıhlanmıştı bir süre kalakaldı. Kaşını indirmeden başını indirdi yavaş yavaş. Apar topar giyinip tek söz etmeden kapıya doğru hamle yaptım. Hiç düşünmeden dışarı attım kendimi. Düşünmeye fırsatım olmamıştı. Ani bir kıvılcımla ateş alan saman gibiydim. Çok soğuk bir Üsküdar akşamıydı. Bir yandan hafif kar yağıyor, bir yandan gözlerimin içine otomobil farları işliyordu. Boş bir taksi bulmak için bayağı yürüdüm. Bir sigara daha yakmak için cebime doğru uzandım. Paketimdeki son sigaramı yaktım. Evime gitmek için yolu tarif ediyordum ki bir el silah daha patladı kafamda. Benim evim ardımda kalmıştı. Kaçtığım benim evimdi durdurdum taksiyi. Kadıköy iskelesinin yanına gittim saat 4 civarıydı. Sıkı sıkı bağlanmış vapurlar mesaisini beklerken bir yandan dertleşiyorlardı.
– Hiç uyumaz mısınız? Dedim. Ses vermediler.
Dertleşecek bir martı aradım oysa martılarım çoktan uyumak için dalga kıranlara uzanmışlardı. Sadece karabataklar vardı ortalarda. Vapurlardan birinin kaptan köşkünü bir süreliğine de olsa işgal etmişlerdi. Sabahın ilk ışıklarıyla eylemlerine ister istemez son vereceklerdi. Basın bildirisi bile yapılamayacak olan bu eyleme sadece ben şahit olmuştum. İskeleye ardımı döndüm, ara sokaklara doğru yürürken bir çingenenin çiçek sattığı tezgâhını gördüm. Tukaş marka salça tenekesinde sabah buluşmaya gelenlere satılmayı bekleyen kasımpatılara selam vererek boş caddeden karşıya geçip ara sokaklara yüzümü döndüm.
– Yine alır mısın yanına? Dedim karanlığa.
– Sen gel hele dedi bana bozulmuş Türkçesiyle, anaç bir tavırla ekledi
– Bakarız bir hal çaresine.