Çocukluğumda pazar günleri önceleri Uçan Kaz Norton sonra Estaban ve sonlarına doğru Voltran izleyebilmek için sıkılarak hatta üfleyip püfleyerek saatin 1 olmasını beklerdim. O zamanlar tek kanalımız olan TRT’de klasik müzik konserleri verilirdi. Jeneriğini bile kaçırmamak için saat 10 gibi televizyonu açar bağırmalarına aldırmayarak konserleri izlerdim. Sever miydim? Ne evet diyebiririm ne de hayır. İşin aslı çocukluğumdan pek fazla bir şey hatırlamıyorum. Sanırım o dönemler arabesk’in altın çağıydı, Özal – Demirel çekişmesi vardı yaptığım yaramazlıklardan sonra yediğim dayaklar… Bir ara çocukluk anılarımı hatırlamaya çalışıp karalamam lazım bakarsınız ben de kitap çıkartır onbinlerce twitter takipçisi edinip hiç birini takip etmem fenomen(!) olurum 😛
Şimdi durup geçmişe doğru bakıyorum nasıl evrilmişim. Zevklerim, düşüncelerim değişmiş hatta gelişmiş. Doğduğum büyüdüğüm semtte çocukluğumun büyük bölümünde grev yapmış işçi bir babanın oğluyum. Arabesk’le büyüdüm, TRT2 kanalı açıldı. Sonra Magicbox Star1 geldi evimize. Daha iyi çeksin diye antene 60mumluk ampul bağlardı babam. Video Kasetler girer oldu evimize. Ahmet Kaya’nın çok bilinmediği dönemlerdi ya da bilinmediğini sanıyorum. Resitaller kasetlerini getirirdi ağabeyim eve. Biraz büyüyünce Türkçe sözlü hafif müzik tercihim oldu. Çünkü o zamanlar Türkçe Sözlü Hafif Müzik diye adlandırırdı TRT Sezen Aksu’nun yaptığı müziği. Sonraları POP müzik denmeye başladı. Kasetler milyonlar satardı o dönemler Grup vitamin’in 100lerce kopyası çıkmıştı farklı isimlerle. Yonce Evcimikler, Sertap Erenerler. Hayatımız değişiyordu. Bir konfeksiyon atölyesi açmıştık abim 18’ine geldi araba alındı. Bir kaç sene sonra otomobili değiştirip Renault 9 Broadway aldık. Yine pek bilinmeyen bir şeyle çıktı ağabeyim karşıma 30cmlik Pioneer subwoofer. Broadway’in arkasın sığmadı kasa yaptırdı. Pioneer teyp, Aciko amplifikatör subbass… Yabancı müzikler dinlemeye başladım. Run DMC, Snap, derken Acid müzik dinlerdik. elektronik müziğe kapılmışken biryandan büyümeye devam ettim. Nasıl olduysa üniversiteye girdim. Daha önce ortaokulda Metal müzik dinleyen bir kaç arkadaşım vardı gösterişli walkmanleri ile Metallica, Slayer MegaDeath, manowar filan dinler. Hatta sıralara adlarını kazırlardı. O zamanlar dinleyemez surat buruştururdum. Nasıl olduysa üniversitede birden rock dinlemeye başladım. Uzun bir süre Metal müzik dinlemeye devam ettim. Yaşar Kemal kitaplarını okumaya başlamamla o zamana kadar Tü-kaka olan türkü ile tanıştım. O dönemden beri de hemen her tür müziği dinledim ve sanırım dinlemeye devam edeceğim. Koro başlığı altında bütün bunları neden yazdın diyebilirsiniz.
2 saat önce evde harddiskimde kimbilir kimden aldığım filmlerin içinde Les Choristes adında bir film buldum. Odamın ışığını söndürdüm ve izlemeye başladım. Yatılı bir Fransız okulunda haylaz çocukları koro kurarak kendine bağlayan bir öğretmenin hikayesini izledim. Çocukların yaramazlıkları beni o yaşlarıma götürürken bir yandan klasik müziği hatırladım. Aklıma ilk gelen şey O dönemlerde TRT’de klasik müziği beynimizin derinlerine işlemesini sağlayan insanlara teşekkür etmek oldu. Bu yazıyı yazarken bile gülümsüyorum. Adını bilmediğim o insanlar sizlere teşekkür ederim.
Film için aslında çok söylenebilecek bir şeyi yok. Hababam sınıfı tadını film boyunca alıyorsunuz. Biraz da Ölü Ozanlar Derneği, bolca müzik, küçücük bir platonik aşk fransız şarabı ile terbiye edilmiş. Serin bir sonbahar akşamı içinizi ısıtacağına emin olabilirsiniz.
[youtube http://www.youtube.com/watch?v=dQg-3wkzJ3s]