Hayatın büyük çarkları ayırırken bedenimi ruhumdan
Hayaletlerini de çıkarır ortaya.
Sessiz tik taklar an be an gömer en derinlerine etimin.
Binlerce trafik ışığı uzaktan sesin gelir kulağıma.
Uyanırım en derin uykulardan ses edemem.
Hayatın büyük çarkları ayırırken bedenimi ruhumdan
Hayaletlerini de çıkarır ortaya.
Sessiz tik taklar an be an gömer en derinlerine etimin.
Binlerce trafik ışığı uzaktan sesin gelir kulağıma.
Uyanırım en derin uykulardan ses edemem.
İlk cemrenin düşmesiyle havalar yavaş yavaş ısınıyor ve endurocuların deyimi ile yağmurda kışta ortaya çıkmayan “tatlı su motorcuları” ya da “garaj motorcuları” piyasaya çıkmaya başlıyor. Bir kaç aydır motosiklet kullanmadıkları için özlenen adrenalini fazla fazla basmak istiyorlar damarlarına ki bunu yalnızca diğer motosiklet sürücülerinin anlayacağına eminim.
Dikkatinizi çekmek istiyorum dostlar her sene bu aylardan başlayıp Haziran bazen Temmuz ayına kadar ardarda ölüm haberleri alırız. Bazen çok iyi tanıdığımız, yol yaptığımız ya da hiç tanımasak bile sadece iki teker üzerinde olduğu için kaderdaşımız olarak gördüğümüz insanlar için üzülür bazen de eylemler yaparız. Bu kazaların iki büyük sebebi vardır; İnsanoğlunun yapısı gereği kullanmadığımız uzuvlarımız gibi algıları da körelir. Hani “paslanmışız” ya da “viraj yapmayı unutmuşum” dediğimiz durumdan bahsediyorum. Körelen algılarımızın dışında bir diğer sebep ise yol şartlarıdır. Güneş çıktı diye aldanmayın asfalt hala soğuk. Tüm kış üşüyen lastikler soğuk asfalta tutunamazlar. Daha dün Kerpe’ye giderken TEM’de gazlamaya çıkan 10-15 kişilik tayfa Hereke civarında olmayacak bir yerde durduğu için trafiği allak bullak etti. Sol şeritte giderken birden saçmalayan trafiğin içine etmemek için durmamayı tercih ettim. Hemen ardından Kandıra yolunda yüksek tempoyla kullanan bir grup ne viraj çizgisine ne de sonu görünmeyen viraja dikkat etmeden sırf tempolarını düşürmemek adına deli gibi sollamalar yaptılar. Lütfen dikkat edelim. Yaşadığımız sürece motosiklete binebiliriz bunu unutmayın.
Hobbit ve Yüzüklerin Efendisindan ya da J.R.R. Tolkien’den ya da Peter Jackson’dan bahsetmeyeceğim. Az önce şans eseri bulduğum bir parça ile An Unexpected Journey filminin müziği Misty Mountains Cold parçası ile olan benzerliği(!) Yorum sizin
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=6QibzE9I6pU]
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=xdlxD3nTDBU]
Amour 2012 Cannes film festivalinden Altın palmiye ödülü almış bir film. Belki hatırlayanınız vardır aynı festivalde Rezan Yeşilbaş “Sessiz” adlı filmi ile en iyi kısa film dalında Altın Palmiye ödülü almıştı. Rezan Türkiye’nin en iyi görüntü yönetmenlerinden biri ve bir çok Zeki Demirkubuz filminin de görüntü yönetmenliğini yaptı. Bir kaç gün önce Zeki Demirkubuz twitterdan Amour filmine övgü yazdı. Zeki ağabey söyler de izlemez miyim? Elbette hemen izledim. Zeki Ağabeyin dediği az kalmış ben film için kısaca ancak bunları söyleyebilrim; İzlediğim en güzel, en rahatsız edici, en durağan ve en “aşk” filmiydi Amour. Ciddi anlamda tavsiye ediyorum.
Oyuncuları tanımadığım için önceki filmleri konusunda google ukalalığı yapmayacağım. başroldeki iki tonton ihtiyarımız muhteşem bir iş çıkartmışlar. Özellikle Anne’in hastalığı inanılmaz oynamış. Neredeyse acaba gerçekten hasta birini mi oynatmışlar demekten kendimi alamadım. Georges’un Anne’e su içirmeye çalıştığı sahnenin sonunda yaptığı mimik beni benden aldı. Keşke bu iki oyuncunun daha önceki filmlerini izleyebilsem diye düşünmedim. değil. Eğer Fransız filmlerinden hoşlanıyorsanız yani, biraz durağan, az konuşmalı, etik, duyguları iyice özümseten filmlerden, mutlaka izleyin. Şu sıralarda ne yazık ki sadece Beyoğlu ve Capitol Spectrum sinemalarında izleyebiliyorsunuz. Acele edin her an gösterimden kalkabilir.
Filmimizin konusu birbirlerini sevmeye devam eden 80’li yaşlarda bir çift’in öyküsü. Başroldeki kadın oyuncumuz Anne emekli bir müzik öğretmeni. Aniden felç geçiriyor bir yandan hastalığı ve yaşlılığı kabullenmeleri gerekirken bir yandan yaşlılığın getirdiği zorluklarlada uğraşmaları gerekiyor. Bazen bakışlarla, bazen sözlerle, bazen kavga ederek, bazen susarak, bazen de gururla aşkı anlatıyorlar. Sonlara doğru daha fazla yakıcı ve üzücü olduğunu söylemeliyim. Ben bir kaç kere sigara arası vermek zorunda kaldım.
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=F7D-Y3T0XFA]
Çocukluğumda pazar günleri önceleri Uçan Kaz Norton sonra Estaban ve sonlarına doğru Voltran izleyebilmek için sıkılarak hatta üfleyip püfleyerek saatin 1 olmasını beklerdim. O zamanlar tek kanalımız olan TRT’de klasik müzik konserleri verilirdi. Jeneriğini bile kaçırmamak için saat 10 gibi televizyonu açar bağırmalarına aldırmayarak konserleri izlerdim. Sever miydim? Ne evet diyebiririm ne de hayır. İşin aslı çocukluğumdan pek fazla bir şey hatırlamıyorum. Sanırım o dönemler arabesk’in altın çağıydı, Özal – Demirel çekişmesi vardı yaptığım yaramazlıklardan sonra yediğim dayaklar… Bir ara çocukluk anılarımı hatırlamaya çalışıp karalamam lazım bakarsınız ben de kitap çıkartır onbinlerce twitter takipçisi edinip hiç birini takip etmem fenomen(!) olurum 😛
Şimdi durup geçmişe doğru bakıyorum nasıl evrilmişim. Zevklerim, düşüncelerim değişmiş hatta gelişmiş. Doğduğum büyüdüğüm semtte çocukluğumun büyük bölümünde grev yapmış işçi bir babanın oğluyum. Arabesk’le büyüdüm, TRT2 kanalı açıldı. Sonra Magicbox Star1 geldi evimize. Daha iyi çeksin diye antene 60mumluk ampul bağlardı babam. Video Kasetler girer oldu evimize. Ahmet Kaya’nın çok bilinmediği dönemlerdi ya da bilinmediğini sanıyorum. Resitaller kasetlerini getirirdi ağabeyim eve. Biraz büyüyünce Türkçe sözlü hafif müzik tercihim oldu. Çünkü o zamanlar Türkçe Sözlü Hafif Müzik diye adlandırırdı TRT Sezen Aksu’nun yaptığı müziği. Sonraları POP müzik denmeye başladı. Kasetler milyonlar satardı o dönemler Grup vitamin’in 100lerce kopyası çıkmıştı farklı isimlerle. Yonce Evcimikler, Sertap Erenerler. Hayatımız değişiyordu. Bir konfeksiyon atölyesi açmıştık abim 18’ine geldi araba alındı. Bir kaç sene sonra otomobili değiştirip Renault 9 Broadway aldık. Yine pek bilinmeyen bir şeyle çıktı ağabeyim karşıma 30cmlik Pioneer subwoofer. Broadway’in arkasın sığmadı kasa yaptırdı. Pioneer teyp, Aciko amplifikatör subbass… Yabancı müzikler dinlemeye başladım. Run DMC, Snap, derken Acid müzik dinlerdik. elektronik müziğe kapılmışken biryandan büyümeye devam ettim. Nasıl olduysa üniversiteye girdim. Daha önce ortaokulda Metal müzik dinleyen bir kaç arkadaşım vardı gösterişli walkmanleri ile Metallica, Slayer MegaDeath, manowar filan dinler. Hatta sıralara adlarını kazırlardı. O zamanlar dinleyemez surat buruştururdum. Nasıl olduysa üniversitede birden rock dinlemeye başladım. Uzun bir süre Metal müzik dinlemeye devam ettim. Yaşar Kemal kitaplarını okumaya başlamamla o zamana kadar Tü-kaka olan türkü ile tanıştım. O dönemden beri de hemen her tür müziği dinledim ve sanırım dinlemeye devam edeceğim. Koro başlığı altında bütün bunları neden yazdın diyebilirsiniz.
2 saat önce evde harddiskimde kimbilir kimden aldığım filmlerin içinde Les Choristes adında bir film buldum. Odamın ışığını söndürdüm ve izlemeye başladım. Yatılı bir Fransız okulunda haylaz çocukları koro kurarak kendine bağlayan bir öğretmenin hikayesini izledim. Çocukların yaramazlıkları beni o yaşlarıma götürürken bir yandan klasik müziği hatırladım. Aklıma ilk gelen şey O dönemlerde TRT’de klasik müziği beynimizin derinlerine işlemesini sağlayan insanlara teşekkür etmek oldu. Bu yazıyı yazarken bile gülümsüyorum. Adını bilmediğim o insanlar sizlere teşekkür ederim.
Film için aslında çok söylenebilecek bir şeyi yok. Hababam sınıfı tadını film boyunca alıyorsunuz. Biraz da Ölü Ozanlar Derneği, bolca müzik, küçücük bir platonik aşk fransız şarabı ile terbiye edilmiş. Serin bir sonbahar akşamı içinizi ısıtacağına emin olabilirsiniz.
[youtube http://www.youtube.com/watch?v=dQg-3wkzJ3s]
Osman Sınav’ın henüz gösterime girmemiş Uzun Hikaye filminin dijital sinema işlemlerini yeni bitirdim. Sizlerle paylaşmak istedim.
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=JR3lEjamtMU]
Bazen kendimizi yersiz yurtsuz hissederiz, birden bastıran yağmura kollarımızı açar kutsanmayı bekleriz, bazen hiç bir şey yapmaz sadece uyumayı ya da uyanmayı bekleriz. Aklımızda binbiri ardına gelen cevapsız kısır sorularla.kulağımızda bilmediğin ama tanıdık melodilerle…
The Million Dollar Hotel’e ve Bono’ya sevgiler…
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=0ofaXtaIQDE]
Yıllar önce Sevgili Zeynep Bakır’ı evinde bir şişe şarap eşliğinde tanışmıştım bu intihar mektubunu andıran baştan aşağı hayal kırıklığı, hüzün ve naiflik barındıran şarkıyla. Hayatımın bir özeti gibiydi o zamanlar. Yıllar yıllar geçti özet hep aynı…
Vedat Sakman – Cennet
Ölümü düşündüğüm günden kaldı bu hüzün
Geç kalmışlığın telaşı
Koca yalanlarım, hatalarım,
Yollarım ve yıllarım
Eksik olmayın
Bir başka sefere yine beklerim
Umutlandıklarım umut dağıttıklarım
Akıl verdiklerim akıllı sandıklarım
Eksik olmayın
Bir başka sefere yine beklerim
Ölümün yüzünü gördüğüm gün
Kimin elini tutup göçmek istedim
Bir sevip bin söz ettiklerim
Bin sevip hiç söz etmediklerim
Söz veriklerim, yapamadıklarım
Eksik olmayın
Bir başka sefere yine beklerim
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=-r3Pzl9-n00]
Söylenecek pek söz yok aslında; Hayat bazen…Sevgili Dostum Akın milyonlarcamızın özetini çıkartıp sözlere, müziğe dökmüş. Gözlerinizi kapatıp dinleyin.
[soundcloud params=”show_comments=true&auto_play=false&color=ff7700″ width=”100%” height=”81″ url=”http://api.soundcloud.com/tracks/41156263″ iframe=”false” /]
Bazen
Bazen kabusundur gerçekler
Sanrılarla gövdelenen
Bildiğim kelimeler
Canını acıtan küçük cehennemler
Bazen dualar aldanışa hazırlar
Sonsuz bir an
Bir şakanın sığabildiği kadar
Bazen kabusa dönüşür gerçeğin
Hayaletler için bir sunaktır, yüzün gözlerin
Bazen ter içinde yüzer düşlerin
Dikenlerden kan içinde kalır ellerin
Uçurumundayım dudağının gölgesinin
Söz – Müzik Akıp Çalap
Aranızda izleyen varsa Lost Girl Dizisinin ilk sezonun 9. bölümünde Kenzi’nin(Ksenia Solo) aşık olduğu Fae’in ölmesine dayanamayıp ağlıyordu. İşte tam o sahnede çalan parçanın adı All That is thirst. Pati Yang(Particia Hilton) genelde elektronik parçalar yapan bir hatun kişi. Bu parçanın peşine düştükten sonra diskografisini indirdim ama pek de dişime dokunur bir şey bulamadım. Her ne kadar klibi Lady Gaga kıvamında olsa da bu parça beni alır götürür buralardan.
[youtube=http://www.youtube.com/watch?v=lxoyqFcaAWE]